Cabir bin Abdullah

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden. İsmi Câbir, künyesi Ebû Abdurrahmân ve Ebû Abdullah’tır. Babasının
ismi Abdullah, annesinin ismi Nesîbe Hâtundur. Babası Abdullah, Selemeoğullarının reisi idi ve
Câbir’le berâber İkinci Akabe Bîatinde bulunup Medîne’ye döndüklerinde, âilesinin ve kabîlesinin
Müslüman olmakla şereflenmelerine sebeb oldular. Câbir bin Abdullah, 601 senesinde (Hicretten 21
sene önce) Medîne’de doğdu. 693 (H. 74) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Genç yaşta Müslüman olan Câbir bin Abdullah, bizzat Peygamber efendimizden ilim öğrendi. Tefsir
ilminde Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerindendi. Bedir ve Uhud savaşı hâriç, Resûlullah efendimizin bütün
savaşlarına katıldı. 627 senesinde Hendek Savaşında bulunan Câbir bin Abdullah büyük gayret ve
fedâkarlık gösterdi.
Tefsir ve fıkıh ilminde Eshâb-ı kirâmın önde gelenlerinden olan Câbir bin Abdullah, Peygamber
efendimizin sağlığındayken sorulan bâzı suâllere cevap verip, müftîlik yaptığı gibi, Peygamber
efendimizin vefâtından sonra, O’ndan öğrendiği ilmi dört bir yandan gelenlere öğretmeye çalıştı.
Yemen, Mısır, Basra, Kûfe gibi uzak yerlerden dersini dinlemeye gelirlerdi. Hattâ Eshâbın
büyüklerinden Ebû Ubeyde, Talhâ bin Ubeydullah, Ammâr bin Yâsir, Muâz bin Cebel gibi büyük zâtlar
ondan çok istifâde ettiklerini söylerlerdi. Câbir bin Abdullah’tan Tâbiînin büyükleri pekçok rivâyette
bulunmuşlardır. 1540 hadîs-i şerîf bildirdiği kaydedilmiştir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden 210 adedi
Sahîh-i Buhârî ve Müslim’de yer almıştır. Ömrünün sonuna doğru gözlerine perde gelen Câbir bin
Abdullah, Sıffîn Muhârebesinde hazret-i Ali’nin yanında bulundu. Yezîd’in kumandasındaki orduda
İstanbul Muhâsarasına katıldığı bu sırada 693 (H.74)te şehid olup, Kocamustafapaşa’da bulunduğu
sanılmakta ise de, kaynak kitaplarda onun aynı senede Medîne-i münevverede vefât ettiği
bildirilmektedir.
Câbir bin Abdullah; yakışıklı, sevimli, güzel ahlâklı, sünnet-i seniyyeye uymakta çok gayretli,
merhametli, nâzik, gönül alıcı pek muhterem bir zâttı. Evi, Mescid-i Nebî’den bir mil (2 kilometre) uzak
olmasına rağmen, her namazı Peygamber efendimizle, Mescid-i Nebî’ye gelerek kılardı. Hakkı
söylemede adâletten ayrılmaz, emr-i mârûf ve nehy-i münkeri bildirmekte çok gayret gösterirdi. Resûl-i
ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin nasıl namaz kıldığını görmek isteyen ona sorar, o da târif
ederdi.
Bizzat Peygamber efendimizden işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzılar şunlardır:
Resûlullah efendimiz; "Birinin evi önünde nehir olsa, her gün beş kere bu nehirde yıkansa
üzerinde kir kalır mı?" diye sordu. Eshâb-ı kirâm "Hayır yâ Resûlallah!" dediler. Resûlullah efendimiz;
"İşte beş vakit namazı kılanların da böyle küçük günahları affolur." buyurdular. Ayrıca buyurdular
ki:
Allahü teâlâ, benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir
peygambere vermemiştir:
1. Ramazânın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmetle baktığı kuluna hiç
azâb atmez.
2. İftâr zamânında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
3. Melekler, Ramazânın her gece ve gündüzünde oruç tutanların affolması için duâ eder.
4. Allahü teâlâ, oruç tutanlara âhirette vermek için, Ramazân-ı şerîfte Cennet’te yer tâyin eder.
5. Ramazân-ı şerîfin son günü oruç tutan müminlerin hepsini affeder.

0 yorum:

Yorum Gönder